HİZMET TESPİT DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE VE İSTİSNALARI
Türk hukuk sistemi sosyal güvenliğin sağlanabilmesi adına, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu kapsamında zorunluluk ilkesini benimsemektedir. Sosyal güvenlik sistemi kapsamında zorunluluk ilkesi, işverene sigortalının işe giriş bildirgesini verme gibi bazı yükümlülükler yüklemekle birlikte sigortalının da işe giriş anında kendiliğinden bazı haklarının doğmasını sağlar. Fakat belirtmek gerekir ki benimsenen yasal düzenlemeler tek başına zorunluluk ilkesinin öngördüğü korumayı sigortalılara sağlayamamaktadır. Bu durum ise çalışanların faydalanması gereken sigortalılık halinden mahrum kalmasına sebep olmaktadır. Bunun önüne geçebilmek için ise 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun işverenin gerekli bildirimleri yapmaması sebebiyle sigortalılıktan faydalanamayanlar bakımından mahkemeye başvurarak Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından tespit edilemeyen çalışma sürelerinin tespit edilmesine imkân tanımıştır. Bu yazımızda Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu m.86 kapsamında hizmet tespit davası ve Yargıtay kararları ışığında hak düşürücü süreyi durduran kimi istisnai hallere değinilecektir.
Kanunun ilgili maddesi kapsamında belirtilen beş yıllık süre hak düşürücü bir süredir. Bu beş yıllık hak düşürücü süre, sigortalıların çalıştıkları yılın sonundan itibaren başlamakta olup yukarıda da değindiğim üzere mutlak değildir. Kanun kapsamında benimsenen bu beş yıllık süre yalnızca sigorta bildiriminin Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum)’na hiç yapılmadığı hallerde gündeme gelecektir. Çalışanın işten ayrıldığı tarih esas alınacak ve bu süre çalışanın işten ayrıldığı yılın son gününden itibaren işlemeye başlayacaktır.
Sigortasız çalışma dönemi her türlü delille ispat mümkündür. Fakat işe giriş bildirgesi tek başına yeterli olmayabilir. Bu sebeplerle tahkikat raporu ya da müfettiş tespit tutanakları güçlü bir ispat niteliği taşıyacaktır. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik hale gelmiş içtihatları doğrultusunda hak düşürücü süreyi durduran kimi istisnai hallerden bir diğeri tahkikat raporu ya da müfettiş tespit tutanakları ile çalışmanın varlığının ispat edilmiş olması halidir. İlgili yazılı deliller ile çalışma süresinin ispat edilmiş olması halinde beş yıllık hak düşürücü süre esas alınmayacaktır.
Kurum’un sigorta bildiriminden kaçınan işverenlerle mücadele etme yöntemlerinden bir diğeri ise asgari işçilik incelemesidir. Asgari işçilik incelemesi, işverence Kuruma yeterli işçi bildirimi yapılıp yapılmadığının incelenmesi sonucunda oluşturulan raporlarla bir denetim yapılmasını sağlamaktadır. Bu raporlar sonucunda sigorta bildirimi yapılmamış işçiler bakımından hizmet tespit davası için daha evvel bahsettiğimiz beş yıllık hak düşürücü süre söz konusu olmayacaktır. Bu hukuk yine Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarıyla da sabit hale gelmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihatlarıyla beş yıllık zamanaşımı süresinin istisnalarından biri haline gelen diğer bir durum ise işverenin kendi imzasıyla düzenlediği aylık ücret tediye bordrolarında sigorta primi kesildiğini göstermesine karşın Kuruma bildirim yapmaması durumudur. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre, işverenler prim belgesinde yazılı olan hususları doğrulaması açısından yine Kanunda sayılan bazı zorunlu hususları içeren aylık ücret tediye bordroları düzenlemekle yükümlüdürler. İşverenin tek taraflı olarak düzenlediği işbu bordroları ile Kuruma yapılan prim ödemelerinin uyuşmuyor olması halinde yine hak düşürücü süre duracaktır. Nitekim yapılan ödemeler ile işverence düzenlenen belgeler arasındaki tutarsızlık, ilgili hizmet döneminin tespit edilmesini gerektirecektir.
Uygulamada sıkça karşılaşılan durumlardan bir diğeri ise işe giriş bildirgesinin yapılmasına karşın Kuruma herhangi bir prim yahut bordro intikal ettirilmemesi halidir. Bu durumda hak düşürücü süre söz konusu olmaksızın hizmet tespit davası açılabilecektir. Ücret alacağı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi işçilik alacaklarına ilişkin herhangi bir yargı kararı bulunması da hak düşürücü süreyi durduran hallerden biridir. Fakat burada önemli olan husus ilgili yargı kararının sigortalılık iddiası ile aynı döneme tekabül etmesidir. Sigortalının çalıştığını iddia ettiği süre ile ilama esas alınan çalışma süresinin uyuşması halinde bu istisnai hal gerçekleşecektir.
Hizmet tespit davaları işçilerin en temel haklarından birisi olan sosyal güvenlik hakkının sağlanabilmesi açısından en etkili yöntemlerden birisidir. Hak düşürücü süreye yukarıda sıraladığımız istisnai hallerin içtihat tarafından tanınmış olması işbu temel hakkın korunması bakımından önem arz etmektedir. Yasal düzenlemelere karşın uygulamada çıkan uyuşmazlıklara karşısında ilgili düzenlemelerin yetersiz kalması sebebiyle boşlukların içtihatlar ile doldurulması bir zorunluluk halini almıştır.
merhaba, 1999 2019 yılları arasında bir şirkette çalıştım. 1999-2002 arası sigortasız olarak sonrasında sigortalı olarak çalıştım. 2020 yılının başında hizmet tespit davası açtım 1999-2002 arası için. bilirkişi raporu ile kanıtlar ve tanıklar eşliğinde çalıştığım kabul edilse de, bilirkişi raporu ile 2008 yılı mayıs ayı içerisinde 10 günlük bir çıkış ve giriş yapmış olduğunu öğrendim. hakim son duruşmada değiştiği için evrakları incelemeden bilirkişi raporunda ki hak düşürücü süre yönünden karar verdi ve davamı reddetti. ama fesih sözleşmem de 2002 yılından beri çalışmakta olduğum, yine kıdem ödememde 2002 yılı ile 2019 arası ödeme yapıldığı halde ve işe iade davasını 4 ay boşta geçen süre 6 ay işe başlatmama tazminatı aldığım halde. bununla birlikte 5 tanıktan ikisi kendilerine sorulmadığı halde 1999 2019 arası kesintisiz çalıştığımı beyan ettikleri halde. burada hakime itiraz ettiğimizde o tarihten itibaren kesintisiz çalıştığına dair dava açsaydınız istinafa gidiniz oradan dönebilir dedi. size sorum acaba işe iade davası kararı, kıdem tazminatı hesaplama tablosu, fesih sözkeşmesi ve bordro tanıklarının beyanları istinaf mahkemesinde hak düşürücü sürenin işletilmemesi açısından delil olarak kabul edilebilir mi. şimdiden teşekkür ederim.